Güney Afrika - 3

Pilanesberg’de Safari



G. Afrika’da safari için gidilecek en iyi ve en büyük yer Kruger Park. Ama orası için 3-4 gün ayırmak gerekiyor. Bizim o kadar vaktimiz olmadığından yapabileceğimizin en iyisini yaptık ve Pilanesberg’e gittik :-) Aslında bu ilk safarim olmayacaktı; daha önce de Cape Town yakınlarında bir safari parkına (Inverdorn) gitmiştim. Ama oradaki hayvanlara dışardan yem takviyesi yapılıyordu, çok yıkıcı olduklarından hiç fil yoktu ve aslanlar diğer hayvanlara zarar vermemeleri için ayrı bir alanda tutuluyorlardı.

Eeee, peki ne vardı derseniz, bir çok diğer hayvan ama en önemlisi zürafalarla yürüyüş vardı :-) Zürafalar otçul ve insanlara zarar vermiyorlar bu yüzden onlarla yan yana yürüyebiliyorsunuz.... Muhteşem bir özgürlük hissi veriyor bu insana... Bu arada etrafta zebra yada kudu ( bir çeşit ceylan) olsa bile onlar da bizden korkup kaçıyor...
Neyse Pilanesburg Inverdorn gibi değil, tamamen vahşi bir hayat yaşıyor hayvanlar. Ve onları görmek için erken kalkmak gerekiyor, çünkü öğlene doğru hava ısınınca, uyumaya çekliyorlar ve onları görebilmek mümkün değil. Herhalde 5:30 da yatmışlığım, 5:30 da kalkmışlığımdan daha çoktur; ama o sabah 5:30 da yola çıkmak için hazırdım. Zaten kaldığımız otelden 10 dakika sürüyor Pilanesberg. Park girişinde isimlerimiz alınıyor, ve her türlü sorumluluğu kabul ettiğimize dair bir belge imzalatılıyor. “Aracınızdan inerseniz sorumluluk size ait” diye uyarıyorlar. En azından içerde olduğumuzu biliyorlar, “en kötü ihtimalle akşam bizi aramaya birileri gelir” diye düşünerek rahatlatıyorum kendimi. Ve “Big 5- büyük beşli” yi görme umuduyla giriyoruz parktan içeri. Big 5 nedir derseniz; 5 büyük safari hayvanı için kullanılıyor bu terim. Ama “büyük” sıfatını ebatlarından dolayı değil, saldırganlıklarından ve yakalanmalarının zor oluşundan alıyorlar. Bunlar; Fil, Gergedan, Aslan, Leopar (bazı bölgelerde çita) ve Bufalo. Saldırganlığı da şöyle açıklıyorlar; bu hayvanlardan biri sizi uzaktan gördüğünde tamamen saldırmak amacıyla size doğru gelebilirler. Oysa diğer bir çok hayvan insan gördüğünde tam aksini yapıp, kaçar. Yani bunlar saldırganlıkta ilk 5 e giren safari hayvanları :-)
Bir süre yol aldıktan sonra , asfalt yol bitiyor ve toprak yol başlıyor. Altımızda normal şartlarda harika diyebileceğimiz spor bir mercedes var - acenta upgrade yapmış :) ama safari için aslında yerden yüksek bir araba gerekiyor... ama biz şikayetçi değiliz yine de ;-)

Toprak yola girdikten kısa süre sonra sonra filleri görmeye başlıyoruz bile... Yol kenarında ağaç dallarındaki yaprakları yiyorlar. Bunlar Uzakdoğu da gördüklerimden farklı. Daha sağlıklı ve daha koyu renkli Afrika filleri... ve de çok daha büyükler. Yetişkinlerin boyları 3m. civarında, ağırlıkları da cinsiyetlerine göre 3-5 ton arasında değişiyormuş... (Uzakdoğudakiler 2 ton civarında) Yani inanılmaz büyük bunlar... Çekebildiğimiz kadar fotoğraf çekiyoruz, eğer güvende olduğumuzu düşünürsek arabanın camını açarak yapıyoruz bunu, ve hayvanları ürkütmemek / kızdırmamak için eğer yakınımızdalarsa mutlaka arabayı stop ediyoruz. Camı açtığımızda doğanın sesini de duyabiliyoruz. Bu bazen ürkütücü oluyor, çakal sesleri fil seslerine karışıyor, bu da bir çaresizlik duygusu uyandırıyor insanda...


Fillerden sonra gergedanları da görmeye başlıyoruz. İki çeşit gergedan var G. Afrika’da. Beyaz ve Siyah. Ama bunlar aslında yanıltıcı tanımlamalar, çünkü her iki tip gergedan da aynı renk :) Asıl fark çene/ dudak yapılarındaymış Çenesi geniş olan beyaz gergedan. Hollandacada geniş anlamına gelen “wijde” kelimesi yanlış bir tercüme ile “wide- geniş” yerine white- beyaz” olarak alınmış ve bu da beyaz gergedan ismini yaratmış. Gergedanlar çok çağ öncesine aitmiş gibi görünüyorlar; insana Jurassic Park’daymış hissi veriyor bu hayvanlar. O kadar iriler ki... Fillerden sonra, ikinci en büyük memeli hayvan gergadanmış zaten... 
Bir ara iki gergedan tam arabamızın önünden yolun karşısına geçiyor, ağır, ağır, tonlarca ağırlıktaki vücutlarını bir sağa bir sola yatırarak ilerliyorlar... çok ilginç, etkileci ve korkutucu gerçekten... Bu arada hem yavru fil hem de yavru gergedan görüyoruz... Tüm canlıların küçüğü daha sevimli, bunu bir kere daha anlıyorum...

Bu arada Pilanesberg’in öyle bir cangıl havası yok. Daha çok otluk bir arazi, ama otların boyları çok yüksek ve biliyoruz ki onların arasında bizden saklanan yada tembel tembel uyuklayan bir sürü yabani hayvan var. Sonra uzunca bir süre sadece ceylanlar, kudular ve zürafalar görüyoruz. Ama burada züraflarla yürüme şansımız yok tabi ki....


Ceylanlar çeşit çeşit (antilop, impala, kudu, wildebeast, waterbuck...) Mesala bir tane McDonald’s dedikleri bir cins antilop var... Arkadan bakınca sanki McDonald’s ın sembolü olan M harfini çağrıştıran bir renk farkı var; arka bacaklarına M dövmesi yaptırmış gibiler... Çok yaratıcı bir isim olmuş doğrusu :-) Bir de daha önce görmediğim wildebeast dedikleri bir hayvan var, bol bol onlardan da görüyoruz. Bu hayvancıklar aslan ve leoparlar için akşam yemeği...

Sonra bir süre hiç birşey görmeden ilerliyoruz. Ve derken küçük bir göl yanından geçerken su aygırılar görüyoruz, keyifle oynuyorlar suyun içinde... Onlar da kocamanlar...Vahşi hayatta bu bir avantaj...

Ve sonra çalıların arkasında 2 tane bufalo görüyoruz. Ama otlar o kadar yüksek ve hayvaların açısı o kadar ters ki, bir türlü tam olarak göremiyoruz onları. 20 dakika kadar bekledikten sonra vazgeçip gidiyoruz. Çünkü saat ilerliyor, ve biz saat 11 olmadan herşeyi görmüş olmayı planlıyoruz. Big Five’ın 3 ünü gördük, ama hala kedigillerden birşey çıkmadı karşımıza.... Park içinde arabadan inilebilecek noktalar var, bu alanlar tel örgülerle korunuyor. Ama arabadan tel örgüye kadar 4-5 metre açık arazi de yürüyüp, sonra bir kapı açmak gerekiyor korunaklı bölgeye girmek için. İşte bu noktalardan birinde iniyoruz arabadan (çünkü tuvalete gitmemiz gerekiyor :) Bu kısım biraz tehlikeli aslında, çünkü hem o 4-5 metrelik yürüşüş sırasında hem de içerde neler olabileceğini kestirmek zor. Çünkü bahsettiğim tel örgüler sadece 3m. yükseklikte ve şanssız bir durumda yeterli olmayabilir. Neyse bu molayı macerasız atlatıyoruz ve tekrar yol almaya başlıyoruz.


İlerde bir fil sürüsü var, yola doğru ilerliyorlar, belli ki yolun diğer tarafına geçecekler. Arabayı durdurup bekliyoruz, bir süre sonra gerçekten önümüzden karşıya geçmeye başlıyorlar; muhteşem bir manzara... 1-2-3..... tam 12 tane sayıyorum, birkaç tane yavru var, diğerleri kocaman... Önlerine çıkan dalları, ağaçları kırarak, yıkarak ilerliyorlar. O anda arkadaşım dikiz aynasından arkayı görüp bana arkaya bakmamı söylüyor... ve arabanın arka tarafında şimdiye kadar gördüğüm en büyük fili görüyorum. Ve onun arkasında da diğerleri...
Bir başka fil sürüsü de arkamızdan geçiyor; yani arabamız 2 fil sürüsü arasında.... yapacak hiç bir şeyimiz yok! Arabamızı görünce yollarını değiştireceklerini umarak sessizce bekliyoruz. Yola bakıyorum, eğer arabaya saldırırlarsa araziye doğru sürebilir miyiz diye, ama bu arabayla imkansız, çünkü yol kenarına kanallar açmışlar... Belki bir cip oradan kurtulabilir ve fakat bizim upgrade’imiz C serisinden bir mercedes... Sadece bize saldırmalarından değil, birbirleriyle kavga etmelerinden de korkuyorum... Sessizce 20 dakika kadar tüm sürünün geçmesini bekliyoruz rahat bir nefes almak için... “Bellki de aynı sürüdendir bunlar, o durumda sorunsuz giderler di mi?” diye soruyorum, benden daha tecrübeli arkadaşıma “ evet, tabi” diyor sakin sakin... Ancak sürü gözden kaybolduktan sonra, o da benim kadar korktuğunu itiraf ediyor... Vahşi doğada ne zaman ne olacağı belli değil... ona uyum sağlamaya çalışmaktan başka yapılacak daha akıllıca bir şey yok.

Güney Afrika’da yaşadığım en tehlikeli ve beni en korkutan anım işte bu fil sürüleri arasında kalışımız oluyor.

Acıktığımız için mola yerine gidiyoruz, hem bir şeyler yiyelim hem de aslan yada kaplanları nerede göreceğimizi öğrenelim diyoruz. Burada çok akıllıca bir şey yapmışlar. Mantar bir panoya parkın bir haritasını asmışlar, ve her hayvan için farklı renke raptiyeler belirlemişler. Ziyaretçiler hangi hayvanı hangi bölgede gördüklerini işaretleyerek birbirlerine yardımcı oluyorlar. Bu sabah aslanlar ve leoparların, parkın bizim henüz gitmediğimiz bir bölgesinde görüldüğünü öğreniyoruz. Filleri ve gergedanları ve bufaloları gördüğümüz yerleri işaretliyoruz...
Karnımızı doyurduktan sonra, Big Five ın eksik kalan ikisini tamamlamak için tekrar yola düşüyoruz... Ben bir ara uzakta bir ağaç altında yatan bir aslan gördüğümü sanıyorum, ama bir türlü emin olamıyoruz, sonra gördüğüm şeyin aslana benzer bir kaya olduğuna kanaat getiriyoruz.... Parkın bu bölgesi çok uzun sararmış otlarla kaplı, biliyoruz onların arasında bir yerlerdeler... ama olmuyor, göremiyoruz bir türlü. Saat 12'ye doğru aramaktan vazgeçiyoruz, çünkü hava ısınıyor artık... ve akşam üzerine kadar artık ortaya çıkmayacaklarını biliyoruz, ve ne yazık ki bizim de o kadar vaktimiz yok :-(

Böylece safarimizi tamamlıyoruz. Gün boyunca en az 50 fil ve 20 tane gergadan görmüş oluyoruz. Fillere sık rastlanıyor, ama bu kadar çok sayıda gergedan görmüş olmamız büyük şans gerçekten... Kedigiller ise bir sonraki Afrika macerasına kalıyor...




Bu foto özellikle Fikriyecim için :-)


Cape Town, Masa Dağı, Ümit Burnu ile devam edecek.

2 yorum yap >:

jose dedi ki...

Neclacım sayende gidememiş olsamda senin gözlerinle görme şansı buldum :) en çok ilgimi çeken de aracın içinde hayvanların hareketlerini izleme bölümü :) insanın korkuyla karışık merak duygusu :)

Neshela dedi ki...

Josecan, Umarım kendi gözlerinle görme fırsatın da olur, çünkü gerçekten görülmeye değer çok şey var :-)