Çandarlı, İzmir.... Size de çıkabilir ;-)

İstemediğim kadar uzun bir ara verdim yazmaya, ama elimde değildi... Vakit yoktu gerçekten... Aslında başladığım işi bitirip, Güney Afrika serisini tamamlamalıyım ama, içinde bulunduğumuz sezondan dolayı bir “Milli Piyango” yazısı yazmak istedim ;-)




Bu yaz, tatilimin 2 haftasını Çandarlı’da geçirdim. Çandarlı İzmir’in Dikili ilçesine bağlı, Çandarlı Körfezinde, üç tarafı denizle çevrili bir yarımada üzerine kurulmış küçük bir tatil kasabası. Eski adı “Pitane” Kadın Şehri anlamına geliyormuş. Bu şehri Amazonlar kurduğu için bu ismin verildiği sanılıyormuş. Gece hayatı sakin, bozulmamış, tam kafa dinlemeye uygun güzel bir yer... Çevresinde de gidilecek güzel yerler var. Örneğin Dikili çok daha büyük ve hareketli bir yer. Çok güzel Tuborg bira da bulabiliyorsunuz ;-)



Orada 2 haftalığına bahçeli 3 katlı güzel bir ev kiraladık. Bütün yıl o kadar yorucu geçti ki, tatilde erken kalkıp, kahvaltı saati bitmeden giyinip restorana inmeye çalışmak, 500 kişiyle aynı yerde yemek yemek, 2 dilim peynir almak için sıraya girmek zorunda kalmak hiç cazip gelmedi doğrusu... Bu sefer pijamalarımla kahvaltı etmek, bacaklarımı uzatıp kitap okumak, canım isterse plaja gitmek, istediğim zaman yemek yemek istedim. Tatil gerçekten de istediğim gibi geçti; dinlendik, bol bol kitap okuduk, güneşlendik... Denize de girmeye çalıştık ama... suyu o kadar soğuk ki, her zaman cesaretimizi toplayamadık doğrusu. Ben hayatımda daha soğuk bir denize girdiğimi hatırlamıyorum, Ayvalık yanında sıcak kalıyor, o kadar yani.... Bir de rüzgarı çok meşhur Çandarlı’nın.... Çok şiddettli esiyor, ama her nedense insanı çarpıp serseme çevirmiyor...

Çandarlı’yı seçmemin bir diğer nedeni de çok sevdiğim bir arkadaşımın orada olması ve uzun zamandır ayrı şehirlerde olduğumuz için birlikte zaman geçiremeyişimizdi. Yani bir taşla iki kuş misali...;-) Tatile tatlişkomla yani yeğenimle beraber çıktık, ikinci hafta ablam ve eniştem de bize katıldılar. Onlar gelince biraz civarı da gezdik; Dikili’ye, Bergama’ya gittik. İki haftanın sonunda ben istanbul’a döndüm, onlarda tatillerine devam etmek için Altınoluk’a geçtiler... Zaten ne olduysa onlar gittikten sonra oldu :-(

Ben, üzerinize afiyet, biraz sakarımdır... ablam da bunu bildiğinden içine doğmuş olacak, Çandarlı’dan ayrılırken arkadaşıma sıkı sıkı tembih etti; “ bak, bizim kız sana emanet, ona göre” diye... Tatlişkom da “aman dışardayken elini tut!” diye dalga geçti.... Şimdi siz sanacaksınız ki, ben bir kaç gün daha orada kalmaya devam edeceğim.... hayır, onlar sabah Altınoluk için yola çıktılar ben de, akşam İstanbul’a döneceğim... Yani bu tembihler 10-12 saat için ;-) Kahvaltımızı ettik, "son kez plaja inelim bari" deyip hazırlandık. Plaja biraz yürüme mesafesinde olduğumuzdan atladık arabaya çıktık yola. Çandarlı merkeze geldiğimizde, Birsoş “sen biraz arabada bekle, biz kontör alıp hemen geliyoruz” dedi... Bir süre, arabada bekledim ama, sıcaktan bunalıp indim arabadan.. Arabanın yanında beklemeye başladım... ve derken birden ayağımın üzerinde bir sıcaklık. Aaaa, ayağıma kuş pislemiş.... "Hmmm, günlerden Cuma, sayısal loto Cumartesi çekiliyor .....Bu, bu... bu bir işaret olmalı!" diye düşünüp hemen karşıdaki dükkana yakınlarda sayısal loto oynayacağım bir yer olup olmadığını sordum... Çandarlı’da tek bir yer varmış, ve o da 5m ötemdeymiş. “İşte şuradaki kırtasiye” demez mi... “Ay kesin bana çıkacak, bu da başka bir işaret olmalı” deyip, hemen kırtasiyeye doğru ilerledim. Kırtasiyeye yüksekçe bir basamakla çıkılıyor, içerisi de biraz loş... Gözlüklerimi çıkardım, kuponumu aldım, başladım karalamaya.. Sonra kuponumu yatırdım, gözlüklerimi taktım ve kırtasiyenin dışına bir adım atmamla, kendimi yolun ortasına kapaklanmış olarak bulmam bir oldu... Sen kırtasiyeye girerken çıktığın basamağı unut, gözlük takmaya konsantre olmuşken atılan kocaman bir adımla kendini yerde bul,  iyi mi! Eee, değil tabi ki.. İki tane tırnağım çok feci ve derin bir şekilde kırılmış  ve kanıyor ve ilave olarak her iki dizim birden sıyrılmış ve kanıyor...  Küçük yerlerde insanlar daha insancıl oluyor; hemen yardımıma geldiler, yakınlardaki bir çeşmede dizlerimi yıkadık, sonra hemen bir eczaneye gittik pansuman için. Pansuman yapılırken Birsoş’a dedim ki, "ben de kendimi biliyorsam, bana çıksa çıksa şu merhemin parası çıkar..." Fakat kendimi sandığım kadar iyi bilmiyor muşum;  o bile çıkmadı...

Tatilimin son gününü talih-siz bir kuş gibi oturarak geçirdim ve yazın geri kalan kısmında dizimdeki yaranın geçmesini bekledim... Tatlişkom ve ablam Birsoş’a elimi tutmadığı için telefonda sitem ettiler... Birsoş’da “ ya valla 2 dakikalığına yalnız bıraktım, ne bileyim böyle olacağını” diye kendini savundu... İyice maskara oldum yani... O zamandan beri sayısal oynamıyorum :-)

Bu yazının anafikri:  Bir gün üzerinize kuş pislerse, önce kuşun güvercin olduğundan emin olun; çünkü kılavuzu karga olanın başına neler geldiği malum... ;-) Eğer kuş güvercinse ve siz de illa şansınızı denemek istiyorsanız, sayısal loto yerine milli piyango alın, belki size çıkabilir ;-)