Yurtdışına ilk çıktığım zamanı hatırlıyorum; o zamanlar uçakların arka koltuklarında sigara içilebiliniyordu, henüz erkek kabin görevlisi yoktu, tüm hostesler güzeldi ve uçak yere indiğinde (eğer iyi bir iniş olmuşsa) tüm yolcular pilotu alkışlayarak takdirlerini bildirilerdi... :-)
Bir kere Ankara, bir kere de Kiev uçağını kaçırdım, her ikisini de zararsız ziyansız telafi ettim. Bir keresinde pasaportumu evde unuttuğumu havaalanında farkettim, sağolsun kardeşim yetiştirdi... Bir keresinde polis kontrolüne yurtdışı çıkış harcımı yatırmadan gittim, polis farkedince geri dönüp tekrar sıraya girmek zorunda kaldım.. Bir keresinde Kahire’ye giderken, yine her zaman bindiğim sabah uçağına bineceğimi sanarak havaalanına gitmem gerekenden 4 saat önceden gittim... Sayısız kereler uçağı “neredeyse” kaçırdım... Astana’da valizim kayboldu, -20 derecede ödünç kıyafetlerle denetim yaptım... Airbus ile de uçtum, pervaneli ATR ile de... Uçağa ilk binen de oldum, son binen de. 1A da da oturdum, en arka koltukta tuvaletlerin yanında da... ve (bilenler bilir) kokpitte bile seyahat etmişliğim vardır ;-) Hatta bir Sultan Air vardı eskiden, o uçakta emniyet kemerim daha bağlamaya çalışırken kopmuş, hostes de ilgisiz bir ifadeyle “önemli değil yan koltuğa geçebilirsiniz” demişti... Yani onlara göre çok sıradan bir olaydı bu, benim yaşadığım korkuyu siz düşünün artık... İşte tüm bunları yaşamışken ve uçak seyahatleriyle ilgili yaşayabileceğim her türlü saçmalığı ve komediyi yaşamış olduğumu düşünürken.... Johanesburg-Cape Town arası seyahat geldi ikinci Güney Afrika seyahatimde;
Jo’burg’dan 3 kişi 2 saat mesafedeki Cape Town’a gidiyorduk. Biletlerimiz mümkün olan en ucuz bilet olarak alındığından “1 time -1 sefer” adında bir havayolu ile seyahat edecektik. 50 kişilik filan küçük bir uçaktı bu... Koltuklarımıza yerleştik, kemerlerimizi bağladık, hostesler rutin eğitimi tekrarladılar... kalkışa hazırız.... derken bir anons: “uçaktaki bir arıza nedeniyle, uçağı boşaltmamız gerekiyor” Hepimiz sessiz bir şekilde ve arızanın kalkmadan önce farkedilmiş olmasına şükrederek, indik uçaktan ve iniş kapısı önünde beklemeye başladık. Birazdan bir görevli gelerek yeni bir uçağın hazırlandığını ve biniş için 14 numaralı kapıya gitmemiz gerektiğini söyledi. Şikayet etmeden, güle oynaya gidip, beklemeye başladık. 20 dakika sonra bir anons: “ Uçuş kapınız 18 olarak değişmiştir” – Peki, olabilir, oraya gideriz o zaman... Gittik, ve bir süre sonra boarding başladı. Uçağa bindik, yerlerimize oturduk, kemerlerimizi bağladık, hostesler rutin eğitimi tekrarladılar... kalkışa hazırız.... derken bir anons: “uçağın maksimum ağırlık sınırını aşmış olmamız nedeniyle, kalkış izni verilmiyor ve uçağı boşaltmamız gerekiyor”.... Bu kez bir nümayiştir başladı... Nasıl yani? Bunu önceden hesaplayamazlar mı? Nasıl böyle bir hata yaparlar? Dalga mı geçiyorlar, işi mi bilmiyorlar? (sonra tartışarak varılan sonuç, ikinci uçağın yakıt deposunun birinciye göre daha dolu olduğu yönündeydi...)
Bu kez sinirler bozulmuştu artık ... İndik ve beklemeye başladık, artık bir açıklama da yapılmıyordu. Yolcuların neredeyse yarısı artık bu havayoluyla uçmak istemediklerini söyleyip, biletlerini iade etmeye çalışıyorlardı.. Bir süre sonra, Cape Town'dan gelecek uçağı bekleyeceğimizi anons ettiler.... Ama kimse ne zaman kalkacağımıza dair bir bilgi veremiyordu...
Uzunca bir bekleyiş ve havayolunun ikramı 1 adet hamburger ve koladan sonra, güzel bir Airbus ile 6 saat gecikmeli olarak da olsa Cape Town’a vardık... Nihayet uçaktan inerken herkes rahatlamış ve neşeliydi.. ve hepimiz havayolu şirketinin adının “1time” dan “3rd time” a çevrilmesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmıştık :-)
Bu yazının ana fikri: Asla her şeyi yaşadığını düşünme... hayat hep yeni sürprizler sunar sana ;-)
4 yorum yap >:
Neclacım ellerine sağlık :) sen bunları anlatınca çocukluğumda kardeşimle yaptığım, uçaktaki pencere kenarını kapma yarışı geldi aklıma :) birde yurt dışındayken uluslararası görüşmeye açık olmayan ilk cep telefonumun, uçaktan indiğimde şebekesini bulduğundaki sevincim :)
Josecan, gerçekten, ben de hatırladım şimdi... pencere kenarına oturmak pek önemli bir şeydi gerçekten o zamanlar :-) Şimdilerde koridoru tercih ediyorum, kimseden izin istemek zorunda kalmadan oturup kalkmak daha konforlu gliyor artık :-)
sekerim yine cok guzel yazmissin, 1 time ucusundan bahsetmemistin gecmis olsun yahu..bende eskiden pencere kenarini tercih ederdim ama zaman icinde pencere kenari kendimi kistirilmis gibi hissetmeme neden oldu bende bu sebeple hep koridoru secerim..:))
Teşekkürler Sanishcim... işte blog yazmanın faydaları, daha çok detay paylaşabiliyorum artık ;-)
Yorum Gönder