Güney Afrika - 2

Bu yazıyı Bükreş Otopeni havalimanında Temeşvar (Timisoara) uçağını beklerken yazmaya başladım, ama ancak şimdi gönderebiliyorum. Bu Temeşvar’a üçüncü gidişim ama, Türkçe’de bu şehre Temeşvar dediğimizi henüz yeni öğrendim :-) Sabah yaşadığım “uçağı neredeyse kaçırma” macerasından bahsetsem mi diye düşündüm ama en iyisi önce başladığım işi bitireyim, ve Güney Afrika ile devam edeyim ;)

Jo’burg

G. Afrika’lılar kısaca Jo’burg diyorlar Johannesburg’a. Zaten yapı olarak da pek öyle canlarını sıkacak, yoracak şeylerle uğraşacak tarzda insanlar değiller; o yüzden Jo-han-nes-burg demek için yormuyorlar kendilerini :-) Yavaş yavaş, sakin sakin yapıyorlar herşeyi. Eğer iş yapıyorsanız bu tavır çok can sıkıcı olabiliyor... çünkü işler bir türlü ilerlemiyor... Ama tatil için biçilmiş kaftan....

Her şehirde olduğu gibi, merkezi merak ediyor insan. Şehir merkezine gitmek istedim, “Olmaz, çok tehlikeli” dediler... Bizim seyahat acentalarının “ panoramik şehir turu” konseptini hatırlayarak “Peki o zaman şöyle bir arabayla geçsek şehir merkezinden? ” diye sordum,. Ama aldığım cevap bu konuyu hiç uzatmadan kapatmama yetti doğrusu; “ İçinde bulunduğun arabaya ateş edilmesi için bir sebep olması gerekmiyor, sadece zevk için ateş eden birine de denk gelebilirsin” ... Hmm, peki o zaman, kalsın, görmesem de olur... Bu arada, tüm bu uyarılara rağmen, G. Afrika’da hiç tehlikeli bir durum yaşamadım (safari hariç) bunu da ekleyeyim. Dikkatli olduktan sonra korkulacak bir şey yok yani...
Jo’burg’da görülecek sayılı yerlerden biri ve bence en önemlisi bir alışveriş ve kültür merkezi olan Nelson Mandela Meydanı. Mandela şüphesiz ki G. Afrika için bir kahraman ve büyük bir insan. İşte ona, hakettiği büyüklükte 6 metrelik bir heykel ile teşekkür etmişler. Heykelin ayakkabı boyu bile tam 1 metre :-) G. Afrikalılar (yerliler) Mandela’ya “Madiba” diyorlar. Bu Mandela’nın ait olduğu kabilenin adıymış aslında, ama artık Mandela ile özdeşleşmiş. Kişinin kabile adı soyisminden daha önemli sayılıyor ve bir saygı göstergesi olarak kullanılıyor.

Bunun dışında bahsedilecek pek başka şey yok bence.... kumarhaneler dışında tabi. G. Afrika’da kumarhaneler bir eğlence merkezi şeklinde işliyor. Bir keresinde Emperor’s Palace’daki otellerden birinde kaldım; güvenli olur, istediğin zaman çıkıp dolaşırsın dediler... Otelin içinde bulunduğu kompleksten hiç çıkmak zorunda kalmadan yürüyerek kumarhanelere, restoranlara ulaşabiliniyor. Küçük çocukları olan ailer rahat rahat kumar oynayabilsinler diye çocukları bırakacak oyun alanları yapmışlar. (ne ince düşünce!) Ve bunların tamamı aynı çatı altında... Aslında restoranların bulunduğu alan (Tribes benim denediklerimin en iyisi) oldukça güzel ama, diğer kısımlar ve sürekli kapalı bir alanda olmak sıkıyor insanı.

Her neyse, son seyahatimizde bir İngiliz arkadaşımla birlikte 4 günlük bir eğitim vermeye gittik Jo’burg’a ve oradan direkt olarak aynı eğitimin tekrarı için Dubai’ye geçecektik. Aradaki hafta sonunu değerlendirmek için Jo’burg yakınlarında günübirlik safari yapmaya karar verdik. Son gün saat 4 gibi, katılımcılara sertifikalarını verir vermez, jet hızıyla atladık kiralık arabamıza ve ver elini Sun City....

Sun City / Lost City (Güneş Şehri /Kayıp Şehir)


Sun City de Jo’burg'daki gibi bir casino kompleksi aslında. Ama kumar ve yemek dışında daha pek çok aktivite imkanı var. Özellikle golf ve su sporları.... Ve yine çocuklar ve güneşlenmek isteyenler unutulmamış, onlar için de suni bir dalga parkı ve plaj yapılmış. Ama tabi bizim oraya gitme nedenimiz bunlardan hiç biri değil, 10 dakika mesafedeki Pilanesburg Milli Parkı. Burada tamamen doğal bir ortamda yaşayan bir çok vahşi hayvan var. Hayvanlara hiçbir şekilde yiyecek takviyesi yapılmıyor; tamamen vahşi doğanın kurallarına göre yaşıyorlar. Ve bizim de amacımız öncelikle “big five- büyük beşli” ve diğer hayvanlardan da mümkün olduğunca çoğunu görebilmek.

Sun City’ye akşam üzeri vardık. Burası şimdilerde sönmüş bir volkanın krateri üzerine inşa edilmiş ve mimarisine bir efsane yön vermiş; Afrika prenslerinden biri rüyasında bir muhteşem bir şehir görmüş, ve o şehri aynen rüyasındaki gibi inşa ettirmiş. Fakat daha sonra bir depremle bu şehir yok olmuş. İşte şimdiki mimari bu efsaneden esinlenerek yapılmış. Sun City’de kalınacak yerlerden biri de işte bu peri masallarındaki saraylara benzeyen otel. Ama biz daha mütevazi bir seçim yapıp Cabanas da kaldık. Hem Safari mantığına daha uygun, doğayla iç içe... Kuş ve çekirge sesleri biribirine karışıyor, odadan sürügülü fransız kapılarla direkt bahçeye çıkılabiliniyor... Tabi bu arada sineklere karşı korunmuş olmak lazım, çünkü sıtma – özellikle safari yapılan yerlerde- korunmanız gereken risklerden biri... Aslında sıtma aşısı var, ama Türkiye’de bulunmuyor. O yüzden, doktorun verdiği antibiyotiklerden kullandım ben, her ihtimale karşı... Zaten pek börtü böcek sevmem, ama çekirge sesleri kuş seslerine karışınca gerçekten huzur veriyor. Sabah erken kalkacağımızdan çarçabuk birşeyler yiyip yatmamız gerekiyordu, ama önce Sun City’de kısa bir keşif turu yapmaya karar verdik.
Masal otelin içinden geçip, kumar oynayanları gördük... manzara inanılmazdı; ben hayatımda bu kadar çok makinayı bir arada görmedim... Üstelik dikkatimi çeken korkunç bir şey var; bu makinlar sadece chip ile çalışmıyor “kredi kartı” da kabul ediyor... Düşünebiliyor musunuz? Kredi kartı ile kumar oynayan, kıyafetlerine bakınca kumarda şimdiye kadar şanslarının pek de yaver gitmediğini kolayca anlayabileceğiniz yüzlerce insan.... Daha üst katlarda kart yada masa oyunlarının oynanabildiği salonlar var... ama sigara dumanını yararak girmek gerektiğinden oralara hiç uğramayıp, bahçeye çıktık. Sağlı sollu sıralamış, kocaman fil heykellerinden oluşan “fil yolu”ndan geçerken kayalara oyulmuş aslan ve kaplan heykellerine hayran kaldık...  Sonra da büyük efsanevi şehir kapısından içeri girerek işte bu maymunlu fıskiyeye ulaştık; çok sevdim ben bunu :-)
 

Golf sahalarına giden koruluk yolda kısa bir yürüyüşten sonra, çabucak bir şeyler atıştırdık, ve ertesi sabah 5:30 da görüşmek üzere diyerek odalarımıza çekildik. Beni yakından tanıyanlar, bu safariyi yapmayı ne kadar çok istediğimi sabah 5:30 da kalkmaya razı oluşumdan tahmin edebilirler... O gece, ertesi sabah çok erken kalkam gerektiğinin bilincinde olarak, kuş ve çekirge sesleri arasında mışıl mışıl uyudum....

Devam edecek....


0 yorum yap >: