James Bond, Long Island Ice Tea ve soğukta yaşama sanatı...
“Hayatımı yazsam roman olurdu!” Herkes kendi hayatı için bunu düşünür belki ama akıcılık/ sıkıcılık açısından değerlendirildiğinde, herkesin romanı çok satanlar listesine giremezdi herhalde.... Bana gelince... Ben hayatımı yazsam, hiç inandırıcı olmazdı diye düşünüyorum... Muhtemelen “Ne bu kardeşim, bir insanın başına bu kadar da çok aksilik gelmez ki!”, “Yazar biraz abartmış...”, “Bu gerçek bir hikaye olamaz, böyle şeyler ancak filmlerde olur!” tarzı yorumlar alırdı diye düşünüyorum... İşte Vilnüs’e de yine böyle akıllara zarar bir dönemimde gittim aslında ama.. şimdi bir roman kahramanı olmak yerine bir roman kahramanıyla, Ian Fleming’in James Bond’ u ile tanışmamı anlatacağım...
Neyse, ertesi gün denetim için Kaunas’a gittik. Vilnüs’e 1 saat mesafede.... İşimiz bitince, şehri pek de görmeden geri döndük... Bu yorucu gün sonrasında yemek için değişiklik olsun diye bir Brezilya restoranına gitmeye karar verdik. Meksikalı arkadaşımız bu restoranın methini duymuş ve denemek istiyordu...Burada değişik bir stil uyguluyorlar; Herkese bir tarafı kırmızı diğer tarafı yeşil bardak altlıkları veriyorlar.
Yeşil tarafı yukarı bakar şekilde tuttuğunuz sürece masaya et getirmeye devam ediyorlar. Etler şişlere geçmiş, ve bardak altlığı yeşil olan herkesin tabağına istediği kadar keserek servis ediyorlar... Sürekli farklı tipte bir et geliyor... Arada kızarmış muz getiriyorlar (tatlı olarak değil, yemek arasında) sonra yine ete devam... Getirdikleri et genelde domuzun farklı versiyonları olduğundan ben daha çok açık büfeye takıldım, orada da çok güzel salata ve zeytinyağlılar vardı. Buna benzer bir konseptte bir Kenya restoranında da yemek yemiştim ama, burada et dışındaki seçenekler çok daha fazlaydı... Aslında burada asıl ilginç konu Polonyalı kızların içtiği Long Island Ice Tea... Bu inanılmaz derecede ağır bir koktely; içinde 5 değişik çeşit içki var... Ama kola ve limonla karıştırdıkları için içimi çok rahat, alkol içtiğinizi bile anlamıyorsunuz.....
Tarifi şöyle; birer ölçek votka, cin, tekila, rum ve triple sec, bol buz, kola, limon yada portakal suyu... Büyük bardakta geliyor... Kızlar bunlardan tam üçer tane içtiler, otele geri döndüğümüzdeyse, lobide oturup James Bond’u bekleyeceklerini söylediler.... tabi beklerken de içmeye devam... Anladım ki bu kadar soğuk olan ülkelerde, dışarı çıkmak çok mümkün olmadığından, kendilerini içkiyle sıcak tutuyor insanlar....Ve vücutları o kadar alışık ki içkiye... o kadar alkol adıktan sonra bile hala kendilerindeydiler.... İngiliz olan arkadaşımız bile “pes” dedi, ki onlar da alkole çok dayanıklı aslında... ben içsem alkol komasına girerdim herhalde... Aylarca doğru dürüst güneş görmeden yaşayıp da bunalıma girmemenin yolu bu olsa gerek... Yani soğukta yaşama ve yine de mutlu olma sanatı... :-)
Tarifi şöyle; birer ölçek votka, cin, tekila, rum ve triple sec, bol buz, kola, limon yada portakal suyu... Büyük bardakta geliyor... Kızlar bunlardan tam üçer tane içtiler, otele geri döndüğümüzdeyse, lobide oturup James Bond’u bekleyeceklerini söylediler.... tabi beklerken de içmeye devam... Anladım ki bu kadar soğuk olan ülkelerde, dışarı çıkmak çok mümkün olmadığından, kendilerini içkiyle sıcak tutuyor insanlar....Ve vücutları o kadar alışık ki içkiye... o kadar alkol adıktan sonra bile hala kendilerindeydiler.... İngiliz olan arkadaşımız bile “pes” dedi, ki onlar da alkole çok dayanıklı aslında... ben içsem alkol komasına girerdim herhalde... Aylarca doğru dürüst güneş görmeden yaşayıp da bunalıma girmemenin yolu bu olsa gerek... Yani soğukta yaşama ve yine de mutlu olma sanatı... :-)
Neyse, ertesi gün hepimiz ülkelerimize dönüyorduk, bir süre sonra ben kalanlarla vedalaşıp odama çıktım, onlarsa James Bond’u yani Roger Moore’u beklemeye devam ettiler... Roger Moore 1973-1985 yıları arasında tam 7 kez James Bond’u canlandırmış. Ben onun TRT de yayınlan Return of the Saint deki karekterini daha çok seviyordum doğrusu.. Başında halesi, iyilik meleği yakışıklı Simon Templar’a küçük büyük bütün kızlar hayrandık... Ertesi sabah ben kalktığımda, arkadaşlarımın hepsi çoktan otelden ayrılmıştı; hepsinin uçağı benden önceydi.. Güzelce kahvaltımı yaptım, kahvemi içtim, sonra check-out için resepsiyona gittim. Tam işlemlerim bitmek üzereydi ki... birden Sir Roger Moore ve yanında iki çok hoş hanım lobiye geldiler... Bir tanesi eşi, 70 yaşlarında, “cami yıkılmış ama mihrap yerinde” denilen tarzda, çok hoş bir kadın, hala kendisine baktırıyor... Diğeri de 40-45 yaşalrında, sanırım sektreter, asistan filan.. o da hoş ama diğeri kadar değil... Roger Moore ise, Madam Tussaud daki balmumu heykellere benziyor, hareketsiz dursa, gerçek olduğu anlaşılmaz..o kadar yani! Ama yine de 80 küsur yaşındaki birisi için çok hoş ve yakışıklı.... Yanlarında koruma filan görmeyince daha genç olan kadına yaklaşıp, fotoğraf çektirebilir miyim diye sordum....
Aslında böyle ünlülerle fotoğraf çektirmek gibi bir özentim yoktur ama, bizimkilere gönderip güzelce dalga geçerim diye düşündüm :-) Neyse, son derece samimi ve içten davrandılar.. Roger Moore nereli olduğumu sordu, Türkiye’yi anlamadı önce... “İstanbul, Türkiye” deyince.. “Ahh biliyorum... Çok şanslısınız, çok güzel bir şehriniz var” dedi.. Ben de teşekkür ettim tabi ki... Sonra hemen bizimkileri kıskandıracak bir mesaj attım... Onlar gece bayağı beklemişler ama gelen giden olmamış...Yani James Bond - Vilnüs bölümündeki Bond kızı ben olmuş oldum :-) His name is Bond... James Bond! And my name is La, Neeeesh-La ;-)
8 yorum yap >:
roger moore icin tebrikler neclacim, sans buna denir galiba... ama hakikaten resimde mumya gibi duruyor..:))
Neyse, Allahtan otel lobisinde olduğumuz belli ;-) Ama gerçekten tesadüfün böylesi çok sık görülmez sanırım ;-)
haklisin tesadufun boylesi cok gorulmez ama londra da oxford caddesinde magazadan ciktigimizda onumuzden o anda gecen ebru gundes ve osmantan erkir da guzel tesaduftu..:))))
Ne güzel yazmışsın Necla'cım. Bir solukta okudum:-) Daha sık bekliyoruz yazılarını.
Sanishcim, paparazzi olsak iyi iş yaparız biz, bak bunu gelecek için değerlendirelim ;) Duygu'cum sen de meşhur ola yolundasın, sakın kendini bizden ;-)
nihayet bir yazı geldi siteye :) demiştim demek istmeiyorum ama "demiştim" :P
ben bu şehri sevdim, bir gün fırsat olursa giderim. orası soğuk falan dedin ama fotoğafları görüp yazıyı okuyunca içim ısındı.
Mazeretlerimi bilsen hak verirdin... ama evet demiştin ;-))
nerelerdesin, yeni yazılar istiyoruz biz!
Yorum Gönder